30 Aralık 2014 Salı

BİZE KATIL



YAZAN

Minimalizmin "sanat" diye geçindiği şu günlerde bizim gibilere ihtiyaç var.

Kim Jung Gi


Koreli artist Kim Jung Gi 1975’de Güney Kore’nin Goyang-Si şehrinde doğmuştur. 19 yaşında güzel sanatlar okuluna girerek Art&Design branşında eğitimini alarak 3 yıl boyunca Busan’ın batı yakasındaki ünlü teknik okul olan Dong-Eui Üniversitesi’nde eğitim hayatını sürdürmüştür. Ayrıca 23.000 öğrenci eserlerine başlaması için iyi birer ilham kaynağı olmuştur.Her Koreli erkek özel kuvvetlerde 2 yıl boyunca orduya hizmet vermektedir. Bu durum Kim Jung Gi’ye inanılmaz sayıda silah ve araçları tanıma imkanı verdi.Funny Funny; KGJ’nin Manwha (çizgi roman) Young Jump’daki ilk yayınıdır. KJG üniversite ve özel okullarda öğretime başlamadan önce manwha, birkaç kısa hikaye görselinden oluşuyordu.













2008 – 2010 arasında Seung-Jin Park’tan adapte edilmiş 6 ciltlik eserini çizdi –TLT, Tiger the Long Tail-2007, 2011 ve 2013 yıllarında 2200 sayfalık eskiz defterini yayınladı.Koreli firmaların reklamları ya da AniChanga’yı yönetmediği zamanlarda (AniChanga; Seoul’da kendisine ait olan çizim okulu.) Fransız yazar Jean-David Morvan ile birlikte çizgi roman yapıyorlar.

YAZAN

Minimalizmin "sanat" diye geçindiği şu günlerde bizim gibilere ihtiyaç var.

25 Aralık 2014 Perşembe

Anish Kapoor



1954 Mumbai doğumlu olan Anish Kapoor, 1970’li yıllardan bu yana sanat eğitimi için gittiği İngiltere’de yaşıyor. Londra’da Hornsey College of Art ve Chelsea School of Art and Design’da sanat eğitimi goren sanatçı, bugün Kraliyet Akademisi üyesi ve Britanya İmparatorluk Nişanı sahibi. Kapoor, 1970’lerin sonunda ziyaret ettiği anavatanı Hindistan’da gördüğü boya pigmentlerinden etkilenerek yaptığı ‘pigment heykelleri’ ile dikkat çekti.



 1980’lerden itibaren Yeni İngiliz Sanatı adı altında anılmaya başlayan ve Tony Cragg, Richard Deacon, Bill Woodrow gibi sanatçılardan oluşan grup içinde anıldı. ağarcığını büyük ölçüde genişleten ve yeni endüstriyel teknolojilerin kullanımını gerektiren büyük boyutlu projelere yönelen Kapoor’un İngiltere’de gerçekleştirdiği en dikkat çekici işler arasında, 2002 yılında Unilever Serisi kapsamında Tate Modern’de gerçekleştirdiği “Marsyas” heykeliyle, 2012’de Londra Olimpiyatları sırasında gerçekleştirdiği Olimpiyat Kulesi “Arcelor Mittal Orbit” yer aldı.
1990’lardan 2000’li yıllara uzanan süreçte dünya çapında birçok sergi gerçekleştiren Anish Kapoor’un dikkat çeken büyük boyutlu projeleri arasında, Kunsthaus Bregenz’de 20 tonluk kırmızı vazelin ve mumdan oluşan heykeli “Benim Kırmızı Yurdum” (2003), Chicago’daki Millennium Park’ta 110 tonluk paslanmaz çelik heykeli “Bulut Geçit” (2004), Viyana’da Museum fur Angewandte Kunst’ta ve Londra’da Royal Academy’de “Köşeye Ateş Etmek” enstalasyonu (2009) ve Paris Grand Palais’de sergilediği “Leviathan” heykeli bulunur.

YAZAN

Minimalizmin "sanat" diye geçindiği şu günlerde bizim gibilere ihtiyaç var.

16 Aralık 2014 Salı

ALBRECHT DÜRER


Dürer'in babası, 1455'te Macaristan'dan gelerek Nürnberg'e yerleşen bir kuyumcuydu. Dürer, çocukluğunu babasının kuyumcu dükkânında çalışarak geçirdi. 13 yaşındayken kendi portresini, 14 yaşındayken "Madonna ve Müzik Melekleri" portresini yaparak erken gelişen resim yeteneğini kanıtladı. 1486'da babasının girişimiyle ressam ve ağaç baskı ustası Michael Wohlgemulh'un (1434-1519) atölyesine çırak olarak girdi. 1489'da işinden ayrılarak seyahat etmeye başladı.




1490'da ilk yağlıboya eseri olan babasının portresini yaptı. O yıllarda sık sık seyahat ederek BaselAlsace ve Felemenk'te bulundu. "Aziz Hieronymus Aslanı İyileştiriyor" adlı ilk ağaç baskısını Basel'de yaptı. 1493/94 yıllarında kısa süre Strasbourg'da kaldı. Sonra Basel'e döndü.Strasbourg'dayken, parşömen üzerine yaptığı kendi portresiyle ilk başyapıtlarından birini verdi(1493). Yine Strasbourg'dayken küçük boyutlu dinsel resimler de yaptı.


Mayıs 1494'de Nürnberg'e dönerek bir tüccarın kızı olan Agnes Frey ile evlenen Dürer, 1494 sonbaharında İtalya'ya ilk gezisini yaptı. Gezi 1495 ilkbaharına değin sürdü. İtalya'dayken de resim yapmaya devam eden Dürer, Güney Tirol Alplerini resmettiği bir dizi suluboya yaptı; bu yapıtlar, en güzel yapıtlarından sayılırlar.
İtalya gezisinden çok hoşlanan Dürer,Venedik'te bulunduğu sırada Orta İtalyalı sanatçıların oymabaskılarını gördü. Floransalı ressam Antonio Pollaiuolo'nun eserlerinden etkilendi. Dürer, İtalya'dayken ayrıca "Hercules ve Stymphalis Kuşları" adlı yapıtını yaptı.



1490'ların sonları, Dürer'in eser verme sayısının arttığı yıllar oldu. 1497'de "Sampson ve Aslan", 1498'de "Hercules ve Stymphalis Kuşları"'ndaki Herakles'e benzeyen bir usluple "Dresden Altar Panosu" resminden başka aynı yıl bir tane daha kendi portresini yaptı. Aynı yıl bir başka yapıtı olan "Mahşer" adlı ağaç baskısını yaptı. 1499'da Oswolt Krel'in yarım boy portrelerini yaptı; aynı yıl Nürnbergli Tucher ailesinden üç aristokratın portrelerini yaptı.
16. yüzyıla girerken Dürer,birkaç resim daha yaptı. Bunlar; 1500 tarihli yeni bir "Kendi Portresi", 1500-10 yılları arasında yaptığı "Meryem'in Yaşamı", yine 1500 tarihli ve Nürnbergli Tucher ailesinden birini resmettiği "Genç Bir Adamın Potresi" Dürer'in bu dönemde verdiği eserlerden bazılarıdır.



 Kutsal Roma-Cermen İmparatoru I. Maximillian 1512'de Nürnberg'de bulunduğu sırada Dürer'i koruması altına aldı. Dürer, onun hizmetinde 1519'da Maximillian ölene değin çalıştı. Bu dönemde "Şövalye, Ölüm ve Şeytan", "Aziz Hieronymus Çalışma Odasında", "Melankoli I" gibi en ünlü bakır oymabaskılarını yaptı (1513-14). İmparatorun dua kitabının kenarlarının süslenmesi için ünlü Alman sanatçılarla işbirliği yaptı. 1515-18 yılları arasında demir levha ve bir dizi aside yedirme demir baskı da gerçekleştirdi. 10 yıl içinde imparatorun iki portresini (1519) ve "Lucretia" (1518) gibi ünlü resimlerini yaptı. Bu arada gezilere de çıktı; 1517 sonbaharını Bamberg'de geçirdi, 1518 yazında Augsburg'a gitti ve orada Martin Luther'le tanıştı. Sonraki yıllarında Luther'in sadık bir izleyicisi oldu.
1519'da I. Maximillian'ın ölümü üzerine görev süresi biten Dürer, 1520'de karısıyla birlikte Felemenk'e son kez gitti. Felemenk'teyken Nijmegen ve Köln yoluyla Anvers'e gitti, orada 1521 yazına değin kaldı. Aralık 1520'de Zeeland'a gitti, Nisan 1521'de Brugge ve Gent'i ziyaret etti. Felemenk'te de resim yapmayı sürdürerek bir dizi çizim yaptı ve Felemenk resimlerinden etkilenen birçok resim yaptı. Bunlar "Anna Selbdritt Portresi", Aziz Hieronymus'un yarım boy portresi(1521), Bernhard von Resten'in küçük boy portresi gibi yapıtlardır.


Temmuz 1521'de karısıyla Nürnberg'e dönen Dürer, orada iken hastalandı. Ama resim yapmayı sürdürerek birkaç ünlü portresi ve ağaç baskı ve oyma portreler yaptı. En ünlü yapıtlarından olan "Dört Havari" yapıtını yine bu hasta döneminde yaptı.
6 Nisan 1528'de ölen Dürer, Nürnberg'de Johannesfriedhof'a (Yuhanna Mezarlığı) gömüldü. Yetiştirdiği sanatçıların da gösterdiği gibi, çağının en etkili ressamlarından ve oyma baskı ustalarından biriydi. Nitekim Floransalı sanatçı Giorgi Vasari,Le Vite de' piu eccellenti architelli, pittori, e scultori Italiani (1550; Ünlü İtalyan Mimar, Ressam ve Heykelcilerin Yaşamları) adlı kitabında Dürer'den övgüyle söz etti.

YAZAN

Minimalizmin "sanat" diye geçindiği şu günlerde bizim gibilere ihtiyaç var.

VASILIY KANDINSKIY



Teorileri ve uygulamalarıyla 20. yüzyılda etkin rol oynayan önemli bir kuramcı ve ressam olmuştur.

Kandinskiy 1866'da Moskova'da doğdu. 1886 yılında Moskova Üniversitesi’nde hukuk ve ekonomi okumaya başladı. Üç yıl sonra Vologda’ya düzenlenenetnografik bir geziye katıldı, ardından Rus Halk Sanatı üzerine bir makale yazdı. Bu deneyimin Kandinsky’yi ne kadar etkilediği, Song of Volga , Couple Riding,Colorful Life adlı ilk dönem resimlerinde rahatlıkla fark edilir. Bu resimler, kompozisyon koyu üzerine açık ve ışıklı formlar ile kurgulanmıştır. St. Petersburgve Paris’e seyahat eden Kandinsky, 1896 senesinde hukuk alanında ki kariyerini terk edip ressam olmaya karar verdi. İyi Almanca bildiği için ve eski Rus milliyetçilerinin çoğunlukla yaşadığı Münih'e taşındı. 1900 ve 1908 yılları arasında Moskova Sanatçılar Birliği beraberinde sergiler düzenledi. Diğer yandan Münih sanat ortamına girdi ve sergilerde ismi görünmeye başladı. Yerel sanat okullarında çalışmalar yaptıktan sonra Phalanx sanatçılar grubunu kurdu. Her yönden yetenekli bir sanatçıydı ve öncelerinde öğrencisi olduğu Phalanx grubunun daha sonra öğretmeni oldu. Fransız filozof Charles Fourier ‘nin (1772–1837), yarattığı ütopik toplumu için kullandığı bir kavram olan Phalanx kelimesi, 1901 yılında Kandinski ve arkadaşları tarafından, sanatçıların sergi açabilme olanaklarını genişletmeyi amaçlayan sanatçı grubuna verilmiş bir isim olarak sanat tarihindeki yerini aldı. Oluşum, 1904 senesine kadar Münih sanat ortamında aktif olarak rol oynamıştır.



Kandinsky 1909 yıllarında ünlü emprovizasyonlarına başladı. 1911'de Kandinskiy, Münter ve diğer arkadaşları ile Münih'deki geleneksel sanatçılar derneğini ile bağlantılarını kopartarak Der Blaue Reiter (Mavi Binici) akımını oluşturdu. İki kısa yıldan sonra bu yeni grup Kandinskiy'nin önderliğinde MatissePicassoDelauney ve Klee gibi zamanın önemli yaratıcılarını etrafında toplamıştı bile. Der Blaue Reiter yeni dönem için müzik, tiyatro ve bilimsel alanları da kapsayarak soyut resim, gerçekçilik akımları, primitive sanatlar ve çocuksu çizimler için adeta bir yön gösterici işlevindeydi. Böylece Münih dünyada önemli bir sanat merkezi haline geldi.

1920 yılında, Sanatsal Kültür Enstitüsü adlı kurum için, süprematizmVladimir Tatlin’in (1885-1953) ‘Malzemelerin Kültürü’,konstrüktivizm ve kendi teorilerini içeren pedagojik bir program hazırlamak için görevlendirildi. Bauhaus bünyesindeki öğretim kadrosuna dahil olacağı tarih olan 1922 senesine kadar bu çalışmanın yürürlüğe konmasını bekledi. 1921 yılında RAKHN’de (Rusya Estetik Akademisi) aktif olarak görev aldı. Bir sene sonra Almanya’ya gitti ve Nazilerin 1933 yılında kapatacağıBauhaus Okulu’nda eğitmen olarak görev aldı. 1922’de Berlin’de gerçekleştirilen ilk Rus Sanat Sergisi, Erste Russische Kunstausstellung’a katıldı. 1924’te FeiningerJawlensky ve Klee ile birlikte Mavi Dörtlü’yü (Blaue Vier) kurdular. 1933'de Hitlerkapatana kadar Bauhaus'da hocalık yaptı.
1933'de Paris'e yerleşti. 1939'da Fransız vatandaşlığına geçti. Fransa'da pek çok önemli eser yaptı. Kandinskiy 1944'deParis'de yaşamını yitirdi.


a

YAZAN

Minimalizmin "sanat" diye geçindiği şu günlerde bizim gibilere ihtiyaç var.

5 Aralık 2014 Cuma

EDVARD MUNCH




 Ruhsal ve duygusal konuları işlediği resimleriyle tanındı. Alman dışavurumculuk akımının gelişmesine önemli katkıları oldu. Başlangıçta resimlerinde egemen olan içe dönük ve karamsar havanın yerini, yaşamının son yıllarına doğru yaşama sevinci almıştır.

Hayatın Frizleri adlı serinin bir parçası olan Çığlık (1893; ilk adı ile Umutsuzluk), tablosunda Munch hayat, aşk, korku, ölüm ve melankoli gibi öğeleri işledi. Diğer pek çok eserinde olduğu gibi bunun da birçok versiyonunu yaptı. 1994 ve 2004 yıllarında iki versiyon çalındı, her ikisi de tekrar bulunmuştur.

 Empresyonist ressamlarla ilgilendi ve «Hayatın Dekorları» adlı eserini çizdi. 1892′de davet üzerine «Hayatın Dekorları»nı sergiledi, ancak büyük skandal yarattığından sergi, sekiz gün sonra kapandı. Bu yüzden Munch’u tutan sanatkarlardan bir kısmı «Berlin Grubu» aldı bir topluluk kurdu.
1894 yılında Munch litografi ve ofort çalışmalarına başladı. 1896-97 yıllarında Paris’te ünlü basımcı Auguste Colt’dan grafik tekniğini öğrendi. Ancak eserleri Fransa’dan çok Almanya’da yankı uyandırdı.
1902′de, koruyucusu ve hayranı Max Linde’nin siparişi üzerine bir «Hayatın dekoru»nu yaptı. 1906′da Ibsen’in «Hortlaklar» adlı eserinin dekorlarını çizdi. 1908′de bir sinir buhranı geçirdi, daha sonra hayat görüşünü daha iyimser bir tutuma yöneltti.


1912′de Köln’deki sergiden sonra, artık Cézanne, Van Gogh, Gauguin, Picasso gibi modem resmin klasikleri arasına girdi. 1910′da Huitsten yakınlarındaki Ramme Çiftliği’ni satın aldı. 1921-22 yıllarında Oslo’da, Freia çikolata fabrikasının yemekhanesinde duvar panoları çizerek, yeni bir «hayat dekorları» yaptı.
1937′de Naziler tarafından dejenere ressam ilan edilerek, 82 eseri toplattırıldı. 1940 yılında, istilacı Alman kuvvetleriyle, işbirliği yapan, Norveç Hükümeti’nin, Norveç Sanat Konseyi’ne katılma teklifini reddetti. 23 Ocak 1944′de Ekely’de öldü.

İlk tablolarında açık-koyu renk ve plastik efektlerle canlı hatlar görülmektedir. Giderek, empresyonist öğelerden tamamen uzaklaşarak, eserlerindeki görüş sahasını belirlemeyip şekilleri, tüm coşku ve tutkularıyla yansıtmaya başlamıştır. Kullandığı renkler, kazınarak silinmiş gibidir, hasta ezik bir ortam yaratmaktadır. Munch daha sonra, ilkel ve karanlık kuvvetlerin yönettiği sembolik bir dünyaya yönelip kişinin yalnızlığını, zavallığını, yaşama ve ölüm korkusunu, kıskançlığını, hırsını, gerilimini, cinsel kavgasını, acılarını, karşılıklı suçlamalarını; yani yeryüzündeki çarpıcı bir cehennemi canlandırmıştır.

Madonna
Kadın, onun gözünde, cinsel, şeytani, acımasız, kötü bir varlıktır. Erkeği baştan çıkararak hiç eder, başarılarından korkunç bir zevk duyar. Kadınlarla ilgili karamsar düşüncelerin nedeni, Munch’un kişisel deneylerindeki başarısızlığı, heyecanlı ve huzursuz iç dünyasıdır.
Eserlerindeki ortam bu yüzden şeytani ve görkemlidir. Karanlık, ürkütücü ve huzursuzdur.
Yaşlılık döneminde ise Munch, özellikle kendine yönelmiş, iç dünyasını duygularını tanımaya çalışmış ve sonunda kendini şöyle anlatmıştır: «Verebileceğim tek şey tablolarımdır, onlar olmadan ben hiçim.»

YAZAN

Minimalizmin "sanat" diye geçindiği şu günlerde bizim gibilere ihtiyaç var.

4 Aralık 2014 Perşembe

MODIGLIANI


YAZAN

Minimalizmin "sanat" diye geçindiği şu günlerde bizim gibilere ihtiyaç var.

Amedeo Modigliani


Amedeo Modigliani, 12 Temmuz 1884′te, Livorno’da, yahudi asıllı bir aileden doğdu.
Baba, Roma’da ünlü bir banker aileden gelmekteydi. Annesi Eugène Garsin de yahudi asıllı bir Fransız idi. Varlıklı bir ortamda yaşamasına rağmen küçük Amedeo, çocukluğundan beri narin olan sıhhati ardı ardına geçirdiği hastalıklarla sarsıldı. 1895′de zatülcenpe, 1898 ise tifoya yakalandı. Sonra hastalık ihtilap yaptı ve ciğerleri ağır bir şekilde zedelendi. Bu durumda tahsilini yarım bırakmak zorunda kaldı.

Bu nedenle, okul çevresinden uzakta geçirdiği çocukluğu; annesinin kendisi için seçtiği felsefe, şiir ve sanat tarihi gibi kitapların yüklü ve karışık ortamında oluştu. 1899′da ressam Micheli’nin açtığı resim kurslarına devam etmeye başladı; Giovanni Fattori‘nin öğrencisi oldu. İlk eserlerinde, bu kendini bulma çabası tüm yoğunluğuyla ortaya çıktı. Ancak hastalık yeniden yakasına yapıştı. 1901′de Capri’de istirahata ve tedaviye çekildi. 1902 Mayısında önce Floransa Güzel Sanatlar Okulu’na bir yıl sonra da Venedik Güzel Sanatlar Okulu’na devam ettikten sonra da 1906′da Paris’e yerleşerek orada, koruyucusu ve arkadaşı doktor Paul Alexandre’in yardımıyla, küçük bir atölye açtı.




1909′da Heykeltraş Brancusi’yi tanıdıktan sonra heykele yöneldi. Önce Paris’te sonra Livorno’da çalışmalar yaptı. Carrara’da bir müddet kalarak mermer üzerine çalışmayı denedi. Fakat tekrar Paris’e döndü. Özellikle zenci heykel sanatına duyduğu ilgi, onun şekilsel stiline, kesin, gerilimli, aynı zamanda zarif bir canlılık getirdi. Bilgi ve şiirsel tutkuyu tablolarında birleştirmeyi başararak, resme somut ve plastik bir görünüş kazandırdı. Ancak giderek, bu belirginleşmiş, esotik ve gizli kavramlardan, daha gerçek değerlere çevrildi. Zenci sanatını, hiçbir zaman, içgüdülerin yapısal belirtisi olarak kabullenmedi, uyum ve çoşkunun dışa yansıması olarak gördü. İnsanların derin tutkularını arama çabasıyla, dış güzelliği, bozuk ve ezik bir iç dünyayla birleştirip, ölümsüzleştirdi. Daima eğildiği ortamın parçası olma yolunu yeğledi. Heykel, ayrıca onun resim sanatına; şekil ve ışığın daha sadeleşerek bütünleşmesini, sembolik ve estetik öğelerin kaynaşmasını sağlayarak, büyük katkıda bulundu. Maskelerle, karakterize ettiği modeller, çarpıcı gerçeğin en derin noktalarına girmeyi başardılar.


1912 yılında Resmî Sonbahar Sergisi’nde «Salon d’Automne» yedi heykelini sergiledi. 1914′te İngiliz kadın şairi Beatrice Hastings’le tanıştı. Birbirlerinden hoşlandıklarından iki yıl birlikte yaşadılar ama evlenmeyi düşünmediler. Aynı devrede onu cesaretlendirmek amacıyla Paul Guillaume, sanatçının birkaç tablosunu satın aldı. Bu sıralarda dehasına gerçekten inanç ve sevgi duyarak, hayatını ona adayan Polonya’lı şair Leopold Zborowski’yle tanıştı. Bu arkadaşlık Modigliani’ye büyük bir enerji verdi. Zborowski, arkadaşını yalnız manen desteklemiyordu, O’na para yardımları da yapıyordu. Dana sonra hayatının kadını olan Jeon Hébuteme ile karşılaştı.
Sanatçının Zborowski’nin yardımıyle 1917′de Berthe Weill Galerisi’nde açtığı ilk resim sergisi, polisin «müstehcen» bularak çıplak tablolarını toplatması nedeniyle, fiyaskoyla sonuçlandı.
Ertesi yıl Modigliani ile Jeanne’ın bir kızları dünyaya geldi. Sanatçının sıhhati yine bozulduğundan Zborowski sattırdığı birkaç tablodan elde edilen parayla onu bir süre istirahate çekti.

1919 yılı ressamın sanat hayatına, bir aşama ve başarı getirdi. Eserlerinde, yalın ve rahat bir hava görüldü, renk tonları açıldı ve yumuşadı, uyumlu bir zarif hareketler, sakin bir hüzünle karıştı. Doğa gerçeğiyle, stil gerçeğini birleştirme çabasını doruğa ulaştırdı. Zayıf omuzların üzerine eğilmiş, kocaman gözlü, ürkek, kız ve erkek çocuklar; büyük, şekilsiz elli hizmetçiler, Modigliani’nin soylu zarif modellerinin yanı sıra, eserlerindeki alçak gönüllü havayı yarattı. Canlandırdıklarına göre sanat dili değişerek şekillendi.

Ressamda, Cezanne’ın usta görüntülerine yönelen bir stil doğdu. En gözde modeli karısı Jeanne Hebuteme oldu; onun huzursuz ama yumuşak güzelliği, duygusal zenginliği, ressamın bu arayışına önemli katkıda bulundu. Tabloları Londra Hill Galerisi’nde başarı kazanarak satıldı.

Ölümü

Bir ressam olan alt kat komşuları Manuel Ortiz de Zárate, bir akşam Modigliani'yi ziyarete geldiğinde onu baş ağrıları içerisinde bularak doktor çağırdı. Gelen doktor hastanın tüberküloz ve menenjit nedeniyle umutsuz bir durumda olduğunu söyledi. 24 Temmuz 1920'de öldükten sonra düzenlenen törenle toprağa verilişinden 2 gün sonra ikinci çocuğuna hamile olan karısı Jeanne, kendini beşinci kattaki odasının penceresinden atarak intihar etti.Jeanne ve Modigliani ayrı mezarlıklarda toprağa verilse de 1930 yılında Jeanne'in ailesi, onun Modigliani'nin yanına gömülmesine razı oldu. Her ikisi de ölünce 15 aylık kızlarını Modigliani'nin kız kardeşi Florence evlatlık alarak yetiştirdi.

YAZAN

Minimalizmin "sanat" diye geçindiği şu günlerde bizim gibilere ihtiyaç var.

3 Aralık 2014 Çarşamba

Walt Disney & Salvador Dali Destino


YAZAN

Minimalizmin "sanat" diye geçindiği şu günlerde bizim gibilere ihtiyaç var.

2 Aralık 2014 Salı

Marcel Duchamp 1968 BBC Interview


YAZAN

Minimalizmin "sanat" diye geçindiği şu günlerde bizim gibilere ihtiyaç var.

René Magritte


YAZAN

Minimalizmin "sanat" diye geçindiği şu günlerde bizim gibilere ihtiyaç var.

POP-ART

Pop art, 1950'lerde, özellikle ABD ve İngiltere'de soyut dışavurumculuğa tepki gösteren genç sanatçıların 1960'larda bir akım haline getirdikleri sanat türüdür. İngiltere ve ABD'de değişik koşullarda ve birbirinden bağımsız olarak ortaya çıkmıştır.
Marcel Duchamp'ın 20. yüzyıl başında hazıryapım nesneleri bağlamları nedeniyle sanat eseri olarak sunmuş olması, pop sanatçılarının popüler kültür imgelerini benzer bir motivasyonla sunmalarında etkili olmuştur.

İngiltere'de pop sanatı

İngiliz pop sanatı, Richard Hamilton'ın etkili olduğu bir dönemle başlar (1953-1957); Peter BlakeRoger Coleman gibi geç resimsel soyutlamatarzına yakın eser veren sanatçılarla devam eder (1957-1961), 1960'lardan sonra figüre geri dönülür.en sonunda pop art sanatı olur.

Richard Hamilton'ın "Günümüz Evleri..." başlıklı kolajı 1956'da ilk Pop Art örneği kabul edilmiştir.

ABD'de pop sanatı

Amerikan pop sanatının ilk temellerinin soyut dışavurumculuk ile popüler imgeleri birleştiren Jasper Johns ve Robert Rauschenberg tarafından atıldığı söylenebilir. Sonrasında önemli sanatçılar arasında Andy Warhol,Roy LichtensteinClaes Oldenburg vardır. Popüler kültür imgeleri kişisellikten arındırılmış bir şekilde sunulur; örnek alınan modellerin anonim kimliklerinden çok uzaklaşılmaz.

Andy Warhol'un "Marilyn'ler" adlı eseri bir Pop Art ikonu olmuştur.


YAZAN

Minimalizmin "sanat" diye geçindiği şu günlerde bizim gibilere ihtiyaç var.

Bruce Nauman


YAZAN

Minimalizmin "sanat" diye geçindiği şu günlerde bizim gibilere ihtiyaç var.

Joan Miro


YAZAN

Minimalizmin "sanat" diye geçindiği şu günlerde bizim gibilere ihtiyaç var.

Gerçeküstücülük (SÜRREALİZM)

Salvador Dali, Sun Through Egg
Gerçeküstücülük ya da sürrealizm, Avrupa'da birinci ve ikinci dünya savaşları arasında gelişmiştir. Temelini, akılcılığı yadsıyan ve karşı-sanat için çalışan ilk dadaistlerin eserlerinden alır. 1924'te "Manifeste du Surrealisme"i (Sürrealizm Manifestosu) hazırlayan şair Andre Breton'a göre gerçeküstücülük,, bilinç ile bilinç dışını birleştiren bir yoldur. Gerçeküstücülük akımı, gerçek dışı anlamında değil aksine gerçeğin insandaki iz düşümü şeklinde bir yaklaşımdır.
Sigmund Freud'un teorilerinden etkilenen Andre Breton için, bilinçdışılık düş gücünün temel kaynağı, deha ise bu bilinçdışı dünyasına girebilme yeteneğiydi.
Breton’un yanı sıra Louis AragonBenjamen Peret, otomatik yazı yöntemleri üzerinde deneyler yaptılar. Kendi söylemleriyle, "gerçeküstü dünyanın düşsel, cinsel, sapkın imgelerini geliştirmeye" başladılar.
Gerçeküstücülük, yöntemli bir araştırma ile deneyi ön planda tutuyor, insanın kendi kendisini irdeleyip çözümlemesinde sanatın yol gösterici bir araç olduğunu vurguluyordu.
1925'ten sonra gerçeküstücüler dağılmaya, başka akımlara yönelmeye başladı. Ancak bu akım, resimden, sinemaya, tiyatroya kadar birçok sanat dalını derinden etkiledi. Andre Breton’un yanı sıra P. J. JouvePierre ReverdyRobert DesnosLouis AragonPaul EluardAntonin ArnaudRaymond Queneau,Philippe SoupaultArthur CravanRene CharFederico Garcia LorcaSalvador DaliRene Magritte gerçeküstücülük akımının önemli isimleridir.

TEKNİKLER

Gerçeküstücü sanat, bunun altında şiirdüz yazı ve resim, üretim aşamasında birçok özgün teknik ve oyun kullanmaktadır. Bunlardan bir çoğu özgür hayalgücünü arttırmak ve bilinçin etkisini azaltmak üzerine kuruludur. Bilinçdışı üretim gerçeküstücülükte merkezdedir.


Kendiliğinden çizim ve resim


Kendiliğinden çizimin amacı bilinçaltını ortaya çıkarmaktır. El çizim yapılan ortam üzerinde rasgeler hareketler yapar. Şans eseri ve/veya hatalar ile bilinç altı ortaya çıkarılmaya çalışılır.
İlk örneklerini André Masson üretmiştir. Ünlü uygulayıcıları Joan Miro, Salvador Dali, Jean Arp ve Andre Breton'dur. Daha sonraları ressamlar bunu resimlerinde de uygulamışlardır. Elektronik ortamlarda da örnekleri bulunur. Pablo Picasso'da, eskiz ve litografilerinde bu tarz denemelerde bulunmak istediğini belirtmiştir.
Diğer yandan bu tür çalışmalar ana akım gerçeküstücülük tarafından eleştirilmiştir de. Çizimin doğası ve yapılan hatalardan dolayı hiçbir zaman bilinçdışında kalınamayacağı ileri sürülmüştür; "Masson'a göre kendiliğinden görseller iki farklı aşama içerir, bilinç ve bilinçsiz."

YAZAN

Minimalizmin "sanat" diye geçindiği şu günlerde bizim gibilere ihtiyaç var.

MANİYERİZM

Maniyerizm (Üslupçuluk) yaklaşık 1520-1580 tarihleri arasında ortaya çıkmış olan bir sanat üslubudur. Rönesansın getirmiş olduğu yetkinliğe karşı bir çıkış olmuş, kendisinden sonra gelen üslup ve akımlara ön ayak olmuştur. Başlatıcısı ve en önemli temsilcisi Michelangelo Bounarotti'dir. Sistine Şapeli'ndeki mahşer freskleri bu resim tarzı için belirleyici olmuştur. Artık ideal görüntü yerine sanatsal niteliğin araştırıldığı; figürlerin deformasyonu ile kendini belli eder ve özgün tarzlara doğru bir adım olarak belirir. En önemli sanatçıları Tintoretto ve El Greco'dur.

Tintoretto




El Greco

Michelangelo

YAZAN

Minimalizmin "sanat" diye geçindiği şu günlerde bizim gibilere ihtiyaç var.

Salvador Dali Belgeseli


YAZAN

Minimalizmin "sanat" diye geçindiği şu günlerde bizim gibilere ihtiyaç var.

Andy Warhol Eating a Hamburger


YAZAN

Minimalizmin "sanat" diye geçindiği şu günlerde bizim gibilere ihtiyaç var.

Joan Miro Sergisi


Sakıp Sabancı Müzesi, son olarak İstanbul’da açılan bir sergide yer alan işlerinin sahte çıkmasıyla akıllarda yer eden Joan Miró’ya hakkını bu sonbaharda teslim ediyor. Barselona’daki Joan Miró Vakfı, Mallorca’daki aile koleksiyonu Successió Miró ve yine Mallorca’daki Pilar ve Joan Miró Vakfı iş birliğiyle gerçekleşen sergi, 20. yüzyılın en mühim isimlerinden biri olan Katalan ressam ve heykeltıraşın olgunluk dönemine odaklanıyor. Erken dönemlerinde sürrealizme yakın duran Miró, olgunluk dönemlerinde kadın, kuş ve yıldız temalarına yoğunlaşarak kendine has, sembolik bir dil oluşturdu. Akdeniz coğrafyası ve insanına dair gözlemlerinden ilham alan Miró’nun SSM’de resim, baskı, heykel ve seramiklerinden örnekler görebilirsiniz.

Miro denildiğinde akla gelen ilk çalışmalardan birisi de General Franco sonrasında dünyadaki imajını değiştirmeye çalışan İspanya için yaptığı ve hala kullanılan turizm logosudur.



Joan Miro, uzun kariyeri boyunca yalnızca yağlıboya, baskı resim ve kitap resimleri üretmekle yetinmemiş; eskiz, kolaj, seramik, heykel, sahne tasarımı, duvar resmi ve dokuma alanlarında da çalışma yapmıştır.


Kırsalda geçen ömrümün özeti ve peşinden gideceğim şeyin başlangıç noktası" dediği ilk önemli eseri "Çiftlik" ünlü yazar Ernest Hemingway tarafından satın alındı. 1924 yılında Andre Breton Sürrealist Manifesto’yu yayınladığında, Andre Masson, Max Ernst, Louis Aragon ve Paul Elouard ile birlikte akıma ilk katılanlar arasında oldu. 



Katalan sanatçı, 1954 yılındaki Venedik Bienali’nde Grafik Sanat Büyük Ödülü’nü kazandı ve 
Paris UNESCO binasındaki çalışmaları Uluslararası Guggenheim Ödülü’ne layık görüldü. 



Sanatçı Katalan kimliğinin sembolü Barcelona futbol takımının 75. yılı adına bir afişe imza atmış ve 1982’de İspanya’da düzenlenen Dünya Kupası’nın afişini tasarlamıştır.  




Sanatçının 1974 yılında Dünya Ticaret Merkezi için yaptığı duvar çalışması, 11 Eylül saldırılarında yok olan en değerli sanat eserlerinden biridir.





Bilet fiyatları:
Tam : 20 TL
Öğrenci : 10 TL

Yer:  Sakıp Sabancı MüzesiEmirgan Mh, Sakıp Sabancı Cd No:42, 34467 Istanbul

Tel: (0212) 277 2200

YAZAN

Minimalizmin "sanat" diye geçindiği şu günlerde bizim gibilere ihtiyaç var.